Inception Filmi Ön Gösterimi

Çarşamba Günü Inception filminin ön gösterimindeydik. Tek kelimeyle nefisti. Filmi mutlaka bir kez daha izleyeceğimi daha izlerken biliyordum. Sanırım bugün filmi yeniden izleyeceğim tabi yer bulabilirsem sinema salonlarında :D

Leonardo' ya bayıldım ya ben. Hatırlıyorum ortaokul 1. sınıftayım. Titanic filmi yeni çıkmıştı. Herkes nasıl hasta Leo' ya. Bende gram beğeni yok. Hatta sinirimi bozuyor bu durum. Kızlar ayılıp bayıldıkça ben sarı çıyan diyorum kendi kendime noluyorsa. Ama Inception' daki hali gözümün önünden gitmiyor. Bir insana bu yakışır mı alın kırışıkları. Sonra giydiği o takım elbiseler de ayrı bir hava atmıştı bunu eklemeden geçemeyeceğim.

Neyse neyse şimdi filme gelirsek eğer filmdeki kurgu çok iyiydi. Bir rüya içinde 2 riya daha görüyorsunuz. Dolayısıyla 3 katman oluşuyor bilincinizde. Katmanlar arttıkça bilincinizin derinliklerine inip fikri tohum olarak bırakıyorlar. Nefis bir düşünce nefis bir kurgu nefis görsellik ve animasyon. Paris sokaklarının yeryüzünü ve gökyüzünü kapladığı o sahne en beğendiğim sahneydi. Şimdi burada anlatırken yeniden izlemek için çıldırdım resmen. Bir de son olarak filmde Düşünseli ve bilinç korumaları bana Harry Potter'ı hatırlattı. Çok sevmemin sebeplerinden biri de belki buydu.


Filmi mutlaka izleyin gençler. Zira film daha şimdiden Imdb' de en iyi 250 film arasında 3. sırada. Tüm oylayanlardan toplamda 10 üzerinden 9.2 puan almış görünüyor. Benim puanım da 9 gibi görünüyor.
Bakınız burada da fragmanı bulunuyor. Benim sözüm yetmezse diye (:










Betül KARA
22:29
29 Ağustos 2010, Perşembe

Müşterinin Kabullenmesi ya da Müşteri Her Zaman Haklıdır mı?

Malumunuz Evimizinherşeyi.com yatırım almasıyla birlikte yeni ofisine taşındı. Yeni ofisimiz Esentepe, iş merkezlerinin yoğunlaştığı Kasap Sokak' ta. Öğle yemeklerinin yoğunluğunu staj günlerimden sonra yeniden yaşamaya başladım. Tam zamanında yemek için çıkmazsanız öğle tatilininizin yarıya yakın bir zamanını, verdiğiniz siparişi beklemekle geçiriyorsunuz.

Hemen bizim iş merkezinin altında bakkal, cafe-restaurant karışımı bir yer var. Orada çalışan bir kız var ki ofisçek birçoğumuzun sempatisini(!) kazanmış durumda. Ben hayatımda bu kadar küt küt sert ve tavırlı cevap veren bir servis elemanı görmedim. Zaman zaman bana karşı yapılmış bir hareket olarak görüyorum bu kızın davranışını. Ki konuşuyoruz aramızda hepimize öyle davranıyormuş. Bugün yemek de dikkat ettim yine başka insanlara da aynı nezaketle davranıyor. Anladım ki kızcağızın mizacı bu. Ve gördüm ki tüm müşteriler bu durumu kabullenmiş ve o ne kadar ters davransa da herkes sabırla ihtiyacını karşılıyor burada. İşte müşteriye uyum sağlamak yerine müşterileri kendine uyum sağlamasını sağlayan başarılı bir örnek görüyorum.

Müşteriye tüm nezaketiyle davranmasına rağmen yine müşterinin kabullenmesi gereken durumlarla da karşılaşıyoruz tabi ki. Yine bu iş merkezlerinin yoğun olduğu Levent, Beşiktaş özellikle Maslak gibi yerlerde yemek saatleri yoğunluğu hat safhada oluyor doğal olarak. Burada hizmet veren cafeler, restaurantlar neredeyse sadece 2 saat için çalışıyorlar diyebiliriz. Muhtemelen sabah saatleri öğle vakti için hazırlıkla geçiyorsa öğleden sonra 3 sonrasına kadar çalışıyorlar dersek yeridir. Öğle yemeği saatleri dışında sinek avladıkları muhtemeldir. Şu öğle saatlerinde 2-3 saatliğine öğrencileri bu işlerde çalıştırmaları çok iyi olur diye düşünürdük Nexum Boğaziçi' nde beraber çalıştığım Gökçe ile. Hem öğrenciler harçlıklarına katkıda bulunmuş olurlar hem de bu yerler son derece kaprisli _belki de işin stresinden 1 saatliğine ayrıldıkları için bu kapriste son derece haklı olan_ çalışan kesimin şikayetlerinden kurtulmuş olurlar. Lakin gelin görün ki müşteri olarak bu yoğunluğu da kabullenmiş bulunuyoruz. Müşteri her zaman haklı mıdır? Olmasa da öyle davranmak şart mıdır? Akışına bırakalım nasıl olsa alışırlar mı (: tam kestiremiyorum bu işi açıkçası.

Bence bu kabullenmişlik zaman zaman canımı sıkan olaylar yaşasam da iyi bir şey. "Daha fazlasını iste" çağının direncini biraz olsun kırıyorsa daha da güzel bir şey :D

Betül KARA

13:12
26 Temmuz 2010, Pazartesi

Saturday Nights Fever

Cumadansa cumartesi gecelerini yeğler oldum. Cuma günleri okul yıllarımdan beri hep favorim olmuştur. İşe başlamamla birlikte bu konuda bir değişikliğe gittiğimi fark ettim. Cumartesi günlerinin ayrı bir tadı olduğuna inanmaya başladım galiba.

Haftanın tüm yorgunluğunun atıldığı uzun bir uyku ile başlayan gün akıl edip de bir brunch ayarladıysam eğer muhteşem bir kahvaltının ardından acaba bu akşam neler yapsam düşüncesiyle devam ediyor genellikle. Hele ki son zamanlarda tanıştığım hayatımı doldurduğuna inandığım arkadaşlarımla geçireceksem daha da keyiflenebiliyor. Eliflerde sabahladıysam Elif' in hazırladığı güzel kahvaltıyla beraber Uğur'un Family Guy' ın en son bölümünü ayarlaması keyfime keyif katıyor. Muhtemelen kahvaltıdan sonra da Emre ile güzel bir İstiklal öğleden sonrası geçiriyorum. Sen de Cihangir ben diyeyim Tünel... Emre'yle her hafta en az 2 gün geçiriyorum son 3 yıldır. Bazen kendime de soruyorum bu soruyu nereden buluyoruz o kadar çok konuşacak şeyi acaba? İşte bu tipik cumartesi artık vazgeçemediğim alışkanlığım oldu.

Bu cumartesi ise cumadan üşüttüğüm için benim için bir kabus olacaktı neredeyse. Hafta içinden Tomtom' daki sokak partisi için bazı arkadaşlarımla sözleşmiştim. Eve geldiğimde inanılmaz bir kırgınlık ve baş ağrısı beni yatağa soktu. Saate baktığımda akşamın sekizi olduğunu gördüm. Arkadaşlarım ısrar etmeselerdi yatağa kendimi mahkum edecektim ve muhtemelen bu kadar çabuk ayağa kalkamayacaktım. Evde Eda da yoktu bu hasta halimle bana bakacak kimsem de olmadığından :( biraz giyinip süslenip iyi hissediyorum kandırmasıyla attım kendimi sokağa... Asmalı' ya ulaştığımda Allahım ben bir manyağım nereden de kalktım yataktan diye düşünürken, muhteşem geçen cumartesi gecesinin yeni yüzleri ile tanışıyordum. Karşımda 6 kişi duruyor ve ben içlerinden yalnızca birini tanıyorum ve hastayım :D Neyse ki bir toprak çıktı yine. Seviyorum memleketim insanlarını. Adanalı her yerde karşıma çıkıyor. Dün de beni yalnız bırakmadı Adanalıyık kültürü (:
Önce Otto ardından küçük bir Faces ve nihayet İndigoooo... Tomtom'a beni davet eden Mfyz' nin de aramıza katılmasıyla gecemize devam ettik. Neyse ki beni dans için zorladılar. Gariptir dans ettikçe kırgınlığım atıldı bir baş ağrım kaldı o da nazar boncuğum olsa gerek (:

Evden çıkarken kendimi kandırıyorum diye düşünürken aslında fikrim işe yaramıştı. Yatağa bağlı kalsaydım iyice hasta psikolojisine girip kendimi daha da hasta hissedecektim. Aksini yaptım ve hastalığımdan eser kalmamıştı bu sabah kalktığımda... Eski neşem, rahatım, gevezeliğim olağanca bütünlüğüyle olduğu yerdeydi... Hem hastalıktan kurtuldum hem de çok tatlı insanlarla tanıştım. Hastalığı yenmenin üstüne Fenerbahçe Baraka'da sıcak ama keyifli bir kahvaltı sonrası kahvesi ardından evde film keyfi (Ay lav yu filmini izledik. Filmi bilare yazacağım.) Bitmedi üstüne Çamlıcada uzunca bir okey faslı... Sonuç Sibel ile muzaffer bir oyun oynadık.

Uzunca bir süredir ileti olarak kullandığım bir şey vardı. " One Saturday Night ". Bunu ilk kullandığımda çok daha farklı bir şey için kullanıyordum. Şimdi fark ediyorum da cumartesileri inanılmaz keyifli şeyler yaşıyorum.

Yine uzunca yazdım ama o kadar keyiflendim ki sizinle paylaşmak istedim. Hem hasta olanınız varsa benim yaptığı yapın. Göreceksiniz iyileşeceksiniz hem de farkında olmadan (:

Cumartesi...Hele ki aylardan yazsa; nefis bir şarap içmiş gibi kekremsi, baş döndürücü olabiliyor kimi zaman...O zaman hadi bunu dinleyelim...


U2, The Corrs - Summer Wine (Video)
Yükleyen wayat. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!

23:24

25 Temmuz 2010, Pazar

Yazıyorum, Takip Ediyorum, Ediliyorum, Ediliyoruz... Oh mis!

Şu blog yazma meselesi acayip bir hâl almaya başlıyor. Benim ilk bloggerlık çalışmalarım 2005 yılına dayanır. O zamanlar lise bitmiş üniversiteyi yeni kazanmışız, deliler gibi msnde zaman geçiriyoruz. Bazen kızıyorum o kadar zaman geçirdiğime bazen de diyorum bir daha o yaz olduğu gibi bomboş bir zamanım olmayacak. Nitekim insan zaman zaman bomboş hiç bir şey yapmadan öylece bir başına kalmak istiyor. Kısa süreli bir arayış olsa da bu olmuyor mu canım arada oluyor işte :D Neyse bu boş zaman geçirdiğim dönemlerde live'ın sağladığı space hizmetini kullanıyorum. Öyle böyle değil, nerede fotoğraf çektirsem oraya hop düşüyor, nereye gitsem hop anı tadında yazılıyor, hava durumları mı istersin müzik listesi mi her şeyi her şeyi paylaşıyorum. Meğersem o yıllardan Web 2.0 çağına adım atmışım da haberim yokmuş (:

Ancak hayatımda o kadar saçma sapan yazılar yazdığım bir dönem daha olmamıştır sanırım. Utancımdan silmişim o yazıları ne yaparsan bir ekran görüntüsünü alman lazımmış :D



Bu yazının sebebine gelince sürekli yazılarımı takip eden biriyle tanıştım. Habibe Börklü Karabulut' la. Nasıl keyifli bir şey anlatamam. Meğersem yazılarımı merakla bekler olmuş. Hatta geçen gün benim Sil Baştan filmini anlatmama istinaden gitmiş filmi almış izlemek için. "Merakla bekler oldum artık bir sonraki yazında ne anlatacaksın diye" dedi. Şaşırdım vallahi, öyle çok merakla beklenecek şeyler yazdığımı da sanmıyorum ya. Demek ki insanlara enteresan geliyor. Bu blog takip etme işi genellikle kişisel blog yazan insanlarınkiyse hele bana biraz "BBG" evi tadında bir şey izliyormuş gibi geliyor.

Bir de garip bir hastalık halini alıyor bu zamanla. Nereye gitsen, ne okusan, ne aklına gelse; önemli, önemsiz anlatma ihtiyacı duymaya başlıyorsun. Takip eden sayın arttığı zaman insanlara daha fazla şey yazma gereği hissetmeye başlıyorsun. Çünkü genelde şöyle bir kanı var. Herkes bir blog yazıyor ama kimse kimseyi takip etmiyor, yazılarını okumuyor gibi. Arada böyle güzel paylaşımlar yapılınca demek ki hepimizin dikkatini çekebiliyor ve zevkle okuyabiliyoruz.

Ben de haziran ayında aldığım gazla sürekli bir şeyler paylaşmak istiyorum ama bir yandan da bilgisayarın başına geçmek istiyorum. Zira bildiğiniz internet bağımlısı biri oldum çıktım. İşim zaten internetle alakalı, evde tv de olmayınca hemen internete sarmaya başlıyorum. Artık kendimi biraz daha sanal olmayan bir şeylere vereyim diyorum, bu sefer de blogumu ihmal ediyorum...

Neyse neyse bir yolunu bulacağız artık. Bu da böyle bir şey işte...
Hepinizi çok öpüyorum, uykum geldi, yarın inşallah 2 haftadır dört gözle gitmeyi planladığım havuzuma gideceğim. Dua edin de bol güneşli olsun yahu...

Bir daha öptüm gençler...

01:02
17 Temmuz 2010, Cumartesi

Çamlıca'da kafama dank! geldi (:

Bu gece nefisti. Bir süredir tanıdığım, sohbet etmeyi çok istediğim ama oturup adamakıllı bir türlü muhabbet edemediğim bir arkadaşımla Çamlıca' ya gittik. Hayatımdaki en güzel nargileyi içtim desem kesinlikle yalan olmaz. Çünkü efendim ben nargile içerken hep yakarım. Dolaysıyla boğazım kötü olur, midem bulanır vs. nargile keyfi, nargile kabusuna dönüşüverir. Siz de benim gibi bu sorundan muzdaripseniz Çamlıca' daki Balcoon Cafe' ye mutlaka bir uğrayın derim. Nargilesinin yanında bir de enfes bir manzarası var tabi onu da yabana atamam.

Gel gelelim apışıp kaldığım konuya. Yıllarca hep öğrencilik hayatımda yaptığım işlerle, boş durmamamla övündüm durdum. Oysa dün öyle bir hikaye dinledim ki resmen ağzım açık kaldı. Kimseyi kolay kolay kıskanmam ama dün öğrenciyken ve işini kurma arefesinde neler yaptığını anlatan arkadaşıma karşı nefis bir kıskançlık hissettim. Aldığı bir ödül var ki hele o nokta son oldu benim için.

O da tam benim gibi bütün öğrencilik hayatı boyunca pazarlama dersini tek dersi bellemiş, farklı şeyler yapmak istemiş durmuş. Marka oluşturmak onun da benim olduğu gibi hayaliymiş. İşte hedefler, yapılanlar parallellik gösterdiği halde aramızda keskin bir çizgi olduğunu gördüm. Bu çizgi, onu kendi işinin sahibi beni ise bir çalışan yapıyor tam da. Hayallerini hep en üst seviyede tutmayı bilmiş. Bense uzun yıllardır hayal kurmuyorum. Hedeflerim bir robota belirlediğiniz yol rotası tadında. Hedeflerim var ama bunları kafamda canlandırmaktan korkuyorum uzun zamandır. O kadar boş zaman geçirdiğim hissine kapıldım ki. Bir de hâlâ daha biz kimiz ki demesi yok muydu? Üstelik aramızda sadece bir yaş var. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim.

Bir seminerde tanışmıştım kendisiyle. Orada kurduğu bir cümle onunla tanışmam için tetikledi beni. İyi ki tanışmışım, dün de iyi ki de onu dinlemişim. Farkındalık yarattı. Kimden ne ilham alacağınız hiç belli olmuyor işte...

Konuşmak daha dolu konuşmak, paylaşmak daha içten paylaşmak, yaşamak daha insanca yaşamak lazım...

Betül KARA

01:05
15 Temmuz 2010, Perşembe

Mesajınız Var! (You've got a mail)

Sonbahar,New York şehri ve Tom Hanks&Meg Ryan ikilisi.1998 yapımı bu filmi ilk olarak orta okul yıllarımda izlemiştim sanırım.Film bende inanılmaz bir şekilde New York ‘ta birgün mutlaka yaşamalıyım hissi uyandırmıştı.Başroldeki isimlerin bu hissi uyandırmadaki etkisini sanırım göz ardı edemeyeceğim.Sinema dünyasında bazı ünlü ikililer vardır sanırım bunlardan en tatlısı Meg Ryan&Tom Hanks ikilisidir.Daha önce “Sevginin Bağladıkları” filminde karşımıza çıkan çift “Mesajınız Var” da kesinlikle daha samimi bir hikayeyle karşımıza çıkıyorlar.


Kitaplar, New York,kapitalizm ve online dünyadaki ilginç bir dostluğun hikayesinin fonda size düşündürdükleriyle birlikte tipik romantik komedi tarzından sıyrıldığını düşündüğüm “Mesajınız Var” ı izlediğimde en çok hoşuma giden şey şüphesiz o cızırtılı internete bağlanma sesi oldu.İnanılmaz bir senaryo örgüsü ya da muhteşem içinizi sarsacak bir oyunculuk var diye övebileceğim bir film olmamasına rağmen Mesajınız Var’daki  Joe Fox(Tom Hanks) ve   Kathleen Kelly (Meg Ryan) samimi tavırlarıyla hoşunuza gideceğini düşündüğüm bir hikayeyi anlatıyorlar.

Soru şu ki kitapları bile “hızlı tüket” dünyasının kurbanı mı etmeye başlamıştık?Köşedeki Dükkanda masalcı kız varken, bedava kurabiye ve kahve daha mı cazipti bu yeni dünyada?

Ya da hayatımızda manasız ve gereksiz ayrıntıları konuşabileceğimiz sohbetleri  tanımadığımız biriyle paylaşmaya çok mu ihtiyaç duymaya başlamıştık?Telaşsız bir hayat koşuşturması, New York sonbaharının serin havası eşliğinde kahve kokusunu almaya hazırsanız eğer Meg Ryan ve Tom Hanks ‘ten size mesaj var…





Betül KARA


Aralık, 2008