Nihan'la iş sebebiyle tanışmıştım. Beraber çalışmaların ardından sosyal ağlarda ekledik birbirimizi.
Zaman içinde Nihan'ın ne kadar kültür sanatla dolu bir insan olduğunu keşfettim. Paylaşımları ya bir festival ile ilgili ya bir kitaptan bahsediyor ya da yine bir sanat etkinliğinden. Ha bir de sosyal duyarlılık paylaşımları var tabi. Bu paylaşımlar başka bir arkadaşın duvarındaki fotoğrafları paylaşarak yapılmıyor tabiki. Bizzat eylemine katılmış oradan fotoğrafını çekip çağrısını yapıyor... [2] [3]
Bazı insanlar vardır çok bir samimiyetiniz yoktur ama uzaktan uzağa o kişilere karşı büyük bir saygı duyar ve büyük bir zevkle bu insanları takip edersiniz. İşte Nihan da benim için o insanlardan biri.
Şimdi bir de onun gözüyle Gezi'ye ve olaylara bakmaya çalışmak istedim.
Betül Yıldız: Hepsinden önce sormak istediğim bir soru var. Bu olaylardan önce Gezi Parkı'na ne kadar sıklıkla giderdin? Ben açıkçası hemen her gün İstiklal'e giderdim İstanbul'dayken iki ya da üçtür Gezi Parkı'nda oturuşum. Hatta ilk gittiğimde ne kadar güzelmiş ya burası keşke daha fazla gelip otursak ya şurada demiştim kendi kendime. Demek istediğim bu bile tartışıldı bir ara. Kıymete bindi 2-3 ağaç demeye getirdiler sanki.
Nihan Bora:Gezi Parkı, Harbiye yönüne gittiğimde ya da o yönden geldiğimde içinden geçmekten mutluluk duyduğum bir park(tı) o zamanlar. (Şimdi içinden geçerken bambaşka duygulara kapılıyorum). Ama onun da ötesinde parkın içinde bulunan deniz manzaralı çay bahçesinde buluşurdum arkadaşlarımla. Taksim’in kalabalığından izole, ağaçların arasında, sessiz bir orası kalmıştı. Havuzun etrafındaki banklarda çok oturdum, yalnız ve birileriyle. Taksim Yayalaştırma Projesi başlamadan önce parkın girişindeki çevik kuvvet otobüsleri insanları parktan uzaklaştırıyor gibiydi. Hiç unutmuyorum 2012 Kasım’ında Taksim’e ilk kazmanın vurulduğu gün buldozerlerin yanından geçerken ayaklarımın altı titriyordu, o gün Taksim’in ayağımızın altından kayıp gideceğini düşündüm bir an. Sonra projeyi yakından, takip etmeye karar verdim.
28 Mayıs’tan 15 Haziran’a kadar parkta ve çevresinde yaşadıklarımız öyle yoğun ki, bu bahsettiğim zamanlar çok geçmişte kalmış gibi. Gezi Parkı’ndaki olay 2-3 ağaç değildi, amaç “Ne var birkaç ağaç” deyip orayı tamamen bitirmekti. Ki Başbakan Erdoğan da, ilk günlerde parkın bulunduğu alana Topçu Kışlası ya da Şehir Müzesi gibi alternatifleri barındıran başka bir şey yapmak istediğini ‘kesin’ bir dille söylemişti.
B.Y. : Peki ilk nasıl dahil oldun Gezi ve Taksim için direniş gruplarına?
N.B.:Aslında ‘direniş grupları’ diye adlandırabileceğimiz gruplar ya da dahil olma gibi bir durum yoktu ortada. Her şey kendiliğinden gelişti. Hepimiz birdik, tek isteğimiz vardı o parkı kimseye vermemek. Aylardır elimden geldiğince Taksim Dayanışması’nın çalışmalarına destek veriyordum. Her fırsatta metrodan çıkarken imza verip standda bekleyenlerle kısa süre yanlarında durup insanları imzaya çağırıyor, ayaküstü gelişmeleri soruyordum onlara. En son mart ayının son günlerinde metro çıkışında bir imza vermiştim. O gün de, “Bu son şansımız olabilir” diye paylaşmıştım Instagram’dan… İki ay sonra ise kazma vuruldu parka.
27 Mayıs gecesi, dahil olduğum bir Google grubundan, Gezi Parkı’ndaki ağaçların söküldüğüne dair bir e-mail aldım. O gece hemen gidebilenler gitti ve ertesi gün orada parkta toplanmak için çağrı yapıldı. 28 Mayıs Salı günü, geceden çadır kuran ve orada ağaçların sökülmesini engelleyenlere polisin saldırması, o akşam ne olursa olsun orada olmayı gerektiriyordu. 28 Mayıs akşamı parkta harika bir kalabalık vardı. Ağaçlar ve insanlar kucaklaşmıştı, onların ve oranın yok olmasına izin veremezdik, çok mutluyduk.
B.Y.: Siz bu kadar insanın toplanacağını bekliyor muydunuz? Yoksa biraz teşekkürü hak ediyor mu dersin valilik ve emniyet güçleri? Sanki onların çağ dışı hareketleri insanları son noktaya getirdi ve binlerce kişi hak aramaya koştu. Yani onlar olması gerektiği gibi davransaydı, mahkeme kararı o kadar çabuk çıkar ve Gezi konusunda istenilen elde edilebilir miydi?
N.B.:İlk gün toplanan kalabalık çok da şaşırtmamıştı beni. Genelde böyle çağrıların ilki kalabalık olur, sonra kalabalık gittikçe azalır. Fakat ilk gün Gezi Parkı’na gelen herkes saf bir sebeple oradaydı; koca İstanbul’da –üstelik şehrin merkezinde- var olan tek büyük ve tarihi parkı koruma içgüdüsüydü bizi bir araya getiren. Sonrasında, yapılan açıklamalar ve müdahaleler durumu farklı boyutlara taşıdı. Fakat, bu sayede konuşmaya, ses çıkarmaya ve “Buradayız” demeye başladık.
Eğer ilk günlerde geri adım atılsaydı ve hükümet halkı dinleme yoluna gitseydi bu kadar büyümeyecekti olaylar. Ama geri adım atılmayacağı da gün gibi ortadaydı. Şimdiye kadar biriken çok fazla şey vardı ve bardağı taşıran son iki damla; üslup ve polis şiddeti oldu.
B.Y.: New York'taki eylemlerimizde Occupy Wall Street ekibi çok destek oldu ve tüm yardımı sağladılar bize. Onların en büyük sorusu şuydu: Bundan sonra ne olacak? Sizde de Mısır'daki gibi bir devrim gerçekleşecek mi? Sadece ağaçlar için bu kadar yaygara koparıyor olamazsınız?
N.B.: Her şeyin gerçekten ağaç için başlaması, çok gerçek, çok saf ve anlamlı. Gezi Parkı direnişi, bu anlamıyla tarihe geçecek, ki geçti bile. Bundan sonrasını kestirmek, 15 Haziran’dan sonrasını kestirmek kadar güç. Daha önceki başkaldırışlara benzeyen hiçbir yönü yok. Profesörler, tarihçiler, sosyologlar hala araştırmalarına devam ediyor. Ortaya çıkan çeşitli araştırma sonuçlarında ortak birkaç nokta var elbette ama bundan sonrasını kimse bilmiyor. Biz parktayken de, “Bundan sonra ne olacak?” diye çok soruyorduk birbirimize. Yaşayarak öğreniyoruz, öğreneceğiz.
İlkokuldan üniversiteye kadar tüm arkadaşlarımızın toplandığı dev bir parti düşünün, park son günlerinde öyleydi. Koca bir evde toplanılmış ve inanılmaz bir düzen oluşturulmuştu. Birlikteyken çok iyi vakit geçirdiğimizi anladığımız ilk günden beri biz Gezi Parkı’nda çok mutlu günler geçirdik. Ama dediğim gibi bundan sonrası artık forumlarda alınan kararlarla şekillenecek gibi görünüyor.
B.Y.: Tüm o süreç boyunca seni en çok etkileyen şey neydi? Mesela ben şu yukarıdaki fotoğrafa çok içerlemiştim. Gördüğümde gözlerim dolmuştu. Sen birebir olayların içinde gaz altına kalanlardan birisin seni derinden etkileyen bir şeyler vardır. Onu paylaşmak ister misin?
N.B.:28 Mayıs akşamından itibaren etrafımız dostluk ve barış bulutuyla sarılmıştı sanki. Daha ilk gün beni etkileyen örneği vereyim; bir çocuğun eline uzun süre birkaç dakika basmışım ve çocuk gıkını çıkarmamış, durumu fark ettiğimde nasıl özür dileyeceğimi bilemezken o bana, “Yok önemli değil, gerçekten” dedi ama canı yanıyordu, belliydi. Defalarca birbirimizden özür diledik. Normalde, “Pardon” deyip geçersin belki ama herkes ayrı bir hassas ve anlayışlı hale gelmişti çoktan.
Şimdi düşününce o kadar çok etkileyici şey vardı ki, park ve çevresinde. Kötü anları hatırlamak istemiyorum galiba. Aklıma hep umut dolu kareler geliyor. Bir diğer unutamayacağım an da; çok yaşlı bir amcanın elinde bir kitap poşetiyle kütüphaneyi aradığı an. Haziranın ilk günleri ve park çok kalabalık. Hangi standın nerede olduğunu orayı bilmeyen, hele ki yaşlı biri asla çözemez. Birden minik minik ilerleyen amcayı görünce sordum, “Bir yeri mi arıyorsunuz?” diye. “Kütüphaneyi” dedi, “Kitap getirdim.” Şimdi bile yazarken duygulanıyorum. 80-85 yaşlarındaki amca, bize kütüphanesinden kitap getirmişti. “Gelin götüreyim sizi” dedim, “Yok tarif edersen ben giderim” dedi. Belli ki o havayı solumak, belki de bu yepyeni ve farklı direnişi telaşsız yaşamak istiyordu. Tarif ettim ve kütüphaneye gitti. Ben orada durdum kaldım işte, o an.
Diğeri de video ve fotoğraf çekmekten harap olmuş telefonumu cebime koyduğum ve Garanti Bankası’nın önündeki direğe yaslanıp Taksim Meydanı’nı izlediğim akşamdı. 7 Haziran 2013. Bir yerlere kaydetmenin ötesine geçmem gerektiğini düşündüm. Yarım saat sadece izledim. O görüntüyü, duyguyu kaybetmemek için uzun uzun izledim insanları; gaz maskesi, bayrak, karpuz, Anonymous maskesi satanları… Çeşitli parti ve örgütlerin bayrakları, köfte ve balık-ekmekçilerin dumanı sarmıştı meydanı. Fonda Edip Akbayram çalıyordu. Taksim’de her türden insan vardır derler ya, asıl o an herkes oradaydı işte. Hiçbir fotoğraf karesinin anlatamayacağı o anlar zihnimde kazılı.
B.Y.: Bir önceki yazımda da senin sosyal duyarlı bir insan olduğundan bahsetmiştim. Pek çoğumuz klavyelerimizle, iPhonelarımızla, sosyal medya hesaplarımızla duyarlıyı oynuyoruz. Senin tutkun nedir? Seni herhangi bir olayda hemen sokağa düşüren güç nedir?
N.B.:Bu şehir hepimizinse, bu şehirde yapılacak herhangi bir değişikliğe ihtiyaç olup olmadığına birlikte karar vermeliyiz. Kimse kendi amaçları uğruna, şehre istediği gibi bir şekil veremez. Ama bundan da öte, benim evden çıkıp yola düşmeme sebep geçmişimin yok olmasını istememem. Yerine konulamayacak şeylerden biri de yaşanmışlıklar. Akademisyen Serhan Ada, geçen sezon bir tiyatro buluşmasında, “Mekanı yere dönüştüren insanlarıdır” demişti. Bu söz çok doğru. Şehirleri ve mekanları var eden, oraları anlamlı kılan şeyler, oradaki hatıralar ve insanları. Bizi ve hatıralarımızı hiçe sayıp; yakıp yıkanlara karşı, “Bir saniye, biz bunu istemiyoruz” demeye hakkımız var. Beni sokağa çıkaran dürtü bu.
B.Y.: Mesela ben yıllarca hep eleştirdim durdum kendi neslimi apolotik(!) diye. :) Keşke 60'lardaki 70'lerdeki gençlerin ateşinin %10 u bizde olsa derdim. Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Biz apolotik gençler miyiz? İşin heyecanına kapılıp mı döküldük dokaklara 10 gün boyunca?
N.B.: Hiç de apolitik olmadığımızı gözlerimle gördüm, bizzat yaşadım. Bence biz biriktirmişiz ☺ Son yıllarda hayatıma ve başkalarının hayatına müdahale edildiğini gördüğüm an hiç çekinmeden yapmam gerekeni yapıp orada bulunuyorum. Sahip olduğun bir şeyin elinden alınmasını istemiyorsan, üstelik bu sana sorulmadan yapılıyorsa, orada bir durup düşünmek gerekiyor.
B.Y.: Daha önce neden böyle olmadı? Bu olaylardan çok kısa süre önce benzer bir vakayı Emek Sineması eyleminde yaşadık. Orada neden kimse bu kadar ayaklanmadı peki?
N.B.: Ah Emek Sineması deyince, derin bir nefes almak istiyorum. Sanırım daha önceki yürüyüşlerin bu kadar etkili olmaması, ‘bir’ ağaç dediğimiz ama aslında gücünün hepimizi nasıl sarstığını es geçmemizden… Ben gerçekten Gezi Parkı’nda nefes alabildiğimi hissediyordum ve iyi ki hala hissedebiliyorum. Şehrin her yerini kaplamış çirkin yapılardan birini neden orada görelim ki? Nefes almamı engelleyecek bir girişimi de görünce, insanlar “Yok artık” düşüncesiyle bir araya geldi.
Fakat Emek Sineması için, çoğu insanın kafasında, “Yahu yine sinema olacakmış işte, niye bu kadar diretiyorlar. Hem eskiymiş, ne güzel yenisi olacak” düşüncesi vardı. Birbirinden çok farklı gibi görünse de, ikisi de bizim kararımızla usülüne uygun olmalıydı. Biri tüm yürüyüşümüze, çığlıklarımıza rağmen anılarımızla birlikte kayıp gitti elimizden ama Gezi Parkı bizimle ve bizimle kalacak.
Fakat Emek Sineması için, çoğu insanın kafasında, “Yahu yine sinema olacakmış işte, niye bu kadar diretiyorlar. Hem eskiymiş, ne güzel yenisi olacak” düşüncesi vardı. Birbirinden çok farklı gibi görünse de, ikisi de bizim kararımızla usülüne uygun olmalıydı. Biri tüm yürüyüşümüze, çığlıklarımıza rağmen anılarımızla birlikte kayıp gitti elimizden ama Gezi Parkı bizimle ve bizimle kalacak.
B.Y.: Sana önce kendi adıma sonra da benimle aynı fikirde olanlar adına teşekkür ediyorum Nihancım. Bütün olaylar boyunca aklımda hep sen vardın biliyor musun? Vay be diyordum kendi kendime aylarr öncesinden Nihan Gezi Parkı eylemlerindeydi. 15-20 kişilik kalabalıklarla. O cılız sandıım ses ne hale geldi diyordum. İyiki sen ve senin gibi insanlar varsınız.
N.B.: Ben teşekkür ederim. Gezi Parkı’yla ilgili birçok haber yapmama rağmen, kişisel bir yazı yazmaya fırsat bulamamıştım Böylece Gezi’nin bana neler hissettirdiklerini senin aracılığınla bir nebze anlatmış oldum.
Asıl Taksim Dayanışması iyi ki var, Taksim Nöbeti ile başladı her şey esasında. Keşke daha fazlasını yapabilseymişim, yapabilseydik diyorum. İnsan bu raddeye geleceğini tahmin edemiyor ama artık her şeyin, aniden nasıl boyut değiştireceğini çok net gördük. İyi de oldu tabii, birbirimizi tanıdık, birbirimizle barıştık. Fakat, yitip giden kardeşlerimizin acısı dinmeyecek; tek dileğimiz suçluların cezasını çekmesi. Ve umarım yaralanan binlerce insan bir an evvel eski sağlığına kavuşacak. 28 Mayıs’ta Gezi Parkı’nda “Taksim bizim, İstanbul bizim” diyorduk. Bundan sonra, “Her yer Taksim, her yer direniş”.
Ya Rab bir ağaç uğruna ne isyanlar çıkıyor :)
YanıtlaSil