Bir Keresinde..

Bir keresinde çok kırıldım,
Hüzün döküldü yerlere..
Basmamak için üzerine,
Adımlarımı dikkatli attım..

Bir keresinde nefret ettim,
Öfke çöktü gökyüzüne..
Kötülük yapamam diye,
Nefes almaktan vazgeçtim..

İnince en derinlere,
Fazladan bile çok sevmekti,
Kötü hissetmelerin sebebi..
Ama sen gittin ya bir keresinde,
Her şeyi bilen ben,
Ne yapacağını bilmez halde,
Sensizliğe tutunamadığından,
Çökmüş bir harabe..

Oğuzhan Ontürk


Canım Ozzyciğimi uzun zamandır göremiyorum. Yaklaşık olarak Taksim'deki Mano kapandığından beri diyebilirim. Kendisiyle Facebook'ta şiirlerini paylaştıkça iletişim kurar oldum. Ne kadar kötü bir arkadaşım tanrım. Bu paylaştığım ise son şiiri. Sizin de beğeneceğinizi umduğum tüm şiirlerine buradan ulaşabilirsiniz.

Mutlu Günler...

Betül KARA
10:40, Çarşamba
19 Ocak 11

Balkonları da İçeri Aldık

Çocukluğum İskenderun'da geçti. İnanılmaz güzel günlerdi. Sanki bir sahil kasabasında yaşamak gibiydi. Babamın işi dolayısıyla İskenderun Demirçelik Fabrikalarının lojmanlarında oturuyorduk. O kadar güzel bir sosyal ortamı vardı ki o sitenin, hiçbir zaman unutmayacağım anılarımız, dostluklarımız oldu orada. Dedim ya çocukluk, ergenlik orada atlatılınca tadı da anlamı da başkadır benim için.
Bizim oturduğumuz blokların kocaman balkonu vardı. Limanı gören manzarasıyla muhteşemdi. Yaz kış salonun balkona açılan kapısı açık olurdu. Baharla birlikte kahvaltımızı balkonda yapmaya başlardık. Çiçeklerimiz özellikle babamın sikaslarının mabedi gibiydi. Apartman hayatının bu küçücük balkonla değiştiğini gördüm. Şimdi daha iyi anlıyorum annemlerin neden kendi yaptırdıkları bir bahçeli ev istediğini. Sanki bir nefes alma noktasıydı bizim için o balkon.Evimizin bahçesiydi.

Bakıyorum da bugünlerde dünya ne kadar büyüyorsa, sınırlar ne kadar ortadan kalkıyorsa da biz o kadar kendi içimize dönmeye başlıyoruz. Evlerimiz yuva olmaktan çok kendimizi korumaya çalıştığımız birer hücre olmaya başladı sanki. Çoktandır balkonları içeri almaya başladık. Sanki hapishanelerimizi biraz daha büyüterek bu keşmekeşten kurtulacağımızı düşünüyoruz. Oysa bana göre bir evi ev yapan balkonuydu en çok.  Dış dünyaya açılan kapısı. Çamaşırlarımızı astığımız, menekşeleri yetiştirdiğimiz, sokaktan gelen çocuk bağırtılarının, komşuyla balkondan balkona yapılan sohbetin, otomobil seslerinin kulağımıza çalınmasının asıl sebebi hep balkonumuzdu sanki. Balkonları kaldırdık dış dünyayla olan iletişimimizi kestik. 


Biz ne zaman bu kadar kırılgan, bu kadar savunmacı, bu kadar korkar olduk dışarıdan? Balkonları neden öldürdük? Kafesimizi biraz daha genişletmek için mi? Balkona çıkıp gökyüzüne özgürce bakmak, balkondan sarkmak varken neden bir camın arkasına sığınmaya başladık?

İnatla balkonlarını yaşatan insanlar: Siz pek güzel insanlarsınız... Hepinizi çok seviyorum.

Not: Yazıyı yazarken İskenderun'u ne kadar özlediğimi fark ettim. Fotoğraflarını paylaşmak istedim.

Betül KARA
21:23, Salı

18 Ocak 2011

When I am Sad...

Aglaia Mortcheva bir illüstrator. Aglaia' nın bayıldığım "When I am sad" videosuyla geçen sene tanışmıştım.
Ne zaman kendimi kötü hissetsem bu videoyu izlerim. Tüm video boyunca hayatta sıkıldığı şeylerden bahsediyor. Ve verdiği detaylar o kadar hoşunuza gidiyor ki tekrar tekrar izlemek istiyorsunuz. Bu çirkin küçük kız kendimi iyi hissetmemi sağlıyor...

Aglaia' nın kendisinin seslendirdiğini sandığım videoyu paylaşmak istedim sizinle. Söylediği sözler hemen aşağıda.



When I'm sad i walk around
I sit around
I lie around
- what are you doin’
- nothing, just dying
When I'm sad I want to be wallflower in dissapper
I want to hybernate with the bears
When I'm sad everything seems so complicated
I look down from high places
I collect poisonous mushrooms
I take long baths
I want to go back to my mother’s womb
When I'm sad I drown everything in tears
When I'm sad I feel ugly
I want to go to space, I hope aliens will destroy earth
I think everything is stupid, birds are stupid, umbrellas are stupid, rain is stupid

When I'm sad, I wear all black
I feel extra extra extra mean
I hate christmas, halloween, and birthday parties
I like to sit alone in the dark
When I'm sad, I want to run away
I want to live on a deserted island,

Then I go and see a shrink and the shrink says blah blah blah blah blah
and I think, guillotine is a very good idea

Then one morning I wake up and I feel fine
I go out and everything seems beautiful
I walk around, I sit round, I all lie around
- what are you doin’
- nothing, just being happy

The End...


İyi haftalar...

Betül KARA
01:20, Pazartesi
17 Ocak 2011

Kanatılmış Sözcükler Kitabı

Bugün readerımı okurken nefis bir yazıyla karşılaştım. Çok kıskandım. Öncelikle yazıyı görmeme vesile olan Mumin Erakbaş' a teşekkür ediyorum. Ardından da bu yazıya blogunda yer veren Cansu Köseoğlu'na...

Yazı Süveyda Ölüdeniz' e ait. Süveyda, 35 yaşında Çanakkale’den katıldığı farklı bir öykü yarışmasında birinci seçildi. ‘Kanatılmış Sözcükler Kitabı’ adlı öyküsünü ve onu farklı kılan; Şizofreni Dernekleri Federasyonu tarafından şizofren hastaları arasında düzenlenen bir yarışmada birinciliği alması. Çok fazla sözle sizi yormadan hikayeyi paylaşmak isterim.

Ben deli değilim
Benden başka herkes deli olduğu için beni deli zannediyorlar
İnsanın kendi olabileceği tek yer akıl hastanesidir sanırdım, yanılmışım
Delirmeye bile hakkınız yok burada
Tımarhane delirme hakkının kutsandığı mabed değil midir?
Değilmiş

İkuynen Taystelu (Sonsuz Mücadele)

Sonsuz Mücadele, Fin yazarı Johannes Linnankoski tarafından yazılmış bir tiyatro eseri olarak geçer Beyaz Zambaklar Ülkesi'nde. Oyunun başkarakterleri Adem, Havva, Habil, Kabil ve eşleri, İblis ve pek çok şeytandı.

Oyunda Kabil beklenenin aksine zalim bir kardeş katili olarak ele alınmamış davasının arkasında bir insan olarak gösterilmiş. Kabil, her baskıyı devamlı protesto eden, üzerine gelen gerçekle uzlaşmayan, kendine özgü bir Prometheus'tur. Kabil hayatın her darbesine boyun eğen bir koyun olma yeteneğine sahip değildir.

Kabil yaratıcı hislere sahip olduğunu hisseder, kendine inanır ve dünyanın ve insanlığın geleceği için bütün gücüyle savaşmaya hazırdır.