Reklamını abarttık, çikolatasından çaldık!



Bugün ofiscek canımızın Browni çekmesiyle birlikte şu yeni çıkan Browni Intense'den yiyelim dedik. Demez olaydık buradan Browni'yi esefle kınıyorum. Yahu ne diye minnacık yaparlar o güzelim enfes şeyi. Tadına doyamayalım bir daha bir daha bir daha alalım siz zengin olun biz de fakir olalım diye değil mi? Anlatacağım şeyden uzaklaşacağım şimdi ama bu noktada Eti'ye iki laf dokundurup geçmeden edemeyeceğim. Böyle yaparak müşterilerinizi kandıracağınızı mı sanıyorsunuz. Hayır antipatik oldunuz benim için. Zaten bu abur cubur işini yapan sektörün pek sevgili iki markası olan Ülker ve Eti, size sesleniyorum: ürünü çıkarıyor 2 aya kalamadan gramajını düşürüyorsunuz görmüyoruz zannetmeyin! Bunlar hiç hoş hareketler değil, bilesiniz! Hepsini görüyoruz. Aptal yerine koymaktır bence bu, biz müşterilerinizi :|


Neyse ben anlatmak istediğim konuya geleyim. Hani çocukken böyle abur cubur alınca çılgınlar gibi seviniriz ya, abimiz ya da ablamız varsa sırf onları gıcık etmez için yavaş yavaş yeriz. Onlar yer bitirir çikolatalarını biz daha yarısındayızdır. O sizin çikolatanızdan ısırmak ister,siz vermezsiniz. Zorlayınca da anneeeee diye bağırarak ispiyonculuk mesleğine böylelikle ilk adımı atmış olursunuz. İşte tam olarak bunun gibi bir olay yaşadık bugün biz de. Ofisimizin en yeni ekip üyesi Eda bugün bize bu hainliği yaptı. Biz Browni Intense' lerimizi yeyip bitirene kadar kendisi daha paketini açmamıştı. Beraberce hepimizin ne hainlikler yaptığını anlattık abilerimize ablalarımıza (:

Bir de mesela şu vardır: ben karışık çerez yerken antep fıstıklarıyla, soslu mısırları hep en sona bırakırım. En güzel şeyleri en sona bırakma gibi bir eğilimimiz var galiba. Bunu yapan tek ben değilmişim. Batuhan da Eda da aynı şeyi yapıyormuş. Bu işe iktisadi açılardan bakmak isterdim doğrusu. Marjinal faydayı bu şekilde sağlıyor insan heralde. Aynı metadan elde fazla olmayınca var olanı bitişin en sonuna bırakarak kendine max. faydayı sağlamış oluyor.

Sonra kalmıyor bu hesaplar kitaplar zamanla. Belki de bu alışkanlık sadece çocuk olmanın verdiği bir şeylerden kaynaklı. Çocuk aklıyla etrafındaki her şeyi oyun gibi algılamak, yapılan her eylemi oyuna çevirmek. Çocukken hayatın toz pembe olması buradan geliyor sanırım.

Kısacası efendim şimdi tüm bu yazdıklarımın sonuna ne yazsam bilemedim.

Sanırım, yine "Ne desem yalan Olur" diyeceğim (;

Betül Kara

23:54
29 Mart 10, Pazartesi

Eskişehir'de Marketing Anadolu'yla Haftasonu



Yazı bu kadar gecikmeyecekti aslında ama yaklaşık olarak 2 saattir aynı videoyu yüklemeye çalışıyorum ama ne yazıkki beceremedim. Artık linkini vereceğim onunla yetineceğiz.(Bknz: video için buraya tıklayınız) Geçtiğimiz hafta sonu çocuklar gibi şendim. Eh fotoğraf anlatıyordur heralde. Öğrenci gibi hissettim kendimi yeniden. Çok güzel bir organizasyona dahil oldum. Kampüste Marketing gördüm ben.

20-21 Mart günleri Eskişehir Anadolu Üniversitesi Marketing Anadolu Kulübü'nün 5. sini

düzenlediği "Kampüste Marketing '10" organizasyonundaydım. Young Guns 1.1 sürecini hepinizle paylaşmıştım. Orada tanışıp hepsini pek sevdiğim genç arkadaşlarım davet etmişti bundan 1 hafta önce beni. Olur mu olmaz mı, toplantı ertelenir mi ertelenmez mi, gitsem mi ki ne yaparım ki sıkılır mıyım ki gibi oldukça saçma sorularla kafamı meşgul ettikten sonra, cuma günü Eskişehir'e gitmeye karar verdim. Hem zaten Eskişehir'e daha önce gitmemiştim hiç ve bu da benim için çok güzel bir fırsat olacaktı.

Çok keyifli bir hafta sonu geçirdim. Anadolu Üniversitesi'nin bu kadar misafirperver öğrencileri olduğunu bilmiyordum doğrusu. O kadar ki misafirperverlikleri daha cuma günü İstanbul'dan telefonla onları aramamdan başlıyor. Tren garından aldılar, kampüse götürdüler, aç olduğumu düşünüp bir kahve ve kekle gönlümü daha ilk saatlerden fethettiler. Burada sevgili Taygun Taşdemiroğlu ve Burak Erpehlivan ile sohbet ettik bir süre. Ben de eski kulüpçülerden olduğum için çok keyifli bir sohbetti tabiki bu da. Marmara Community olarak son iki senedir düzenlediğimiz Thinker&Talker Kamp '08 ve '09 organizasyonlarından bahsettim. Meğersem bizi takip ediyorlarmış. Kulübümüze övgüler yağdırdılar, eh ben de pek bir gururlandım. Ancak asıl gururlanması gereken birileri varsa onlar da şüphesiz bu güzel organizasyonu düzenleyen Marketing Anadolu 'nun sevgili üyeleridir.


Anadoluda bir üniversite olmanın zorluğunu yaşıyor onlar da birçokları gibi. Ama oturup kalmamışlar. Ve 5. keredir bu organizasyonu düzenliyorlar. Tek yaptıkları bu değil. Bir de Sıfırın Altında Marketing diye bir organizasyonları varmış çok methini duydum. Yine o organizasyona da bu sene Uğur Özmen, Devletşah Özcan, Alemşah Öztürk, Cüneyt Devrim, Pelin Ayan gibi isimler katılmış. Kampüste Marketing'in de o organizasyondan eksiği yoktu doğrusu. Sormayın ne konuşmacılar ne konuşmacılar... Araştırmacılar Derneği Başkanı Temel Aksoy'dan tutun Yüce Zerey'e sonra Levent Soygür'den Tuğçe Esener' e İstanbul'daki hemen her öğrenci organizasyonda görebileceğiniz isimler işte bu hafta sonu Kampüste Marketing için Eskişehir'deydi. Bu kadar ismin 4 saat geliş 4 saat gidiş 8 saatini ne için harcadığını anlamanız için o atmosferi yaşamanız gerekiyor açıkçası.



Tıkır tıkır işleyen bir program ve 550 kişinin sıkıntısını çözmek herkesin yapabileceği bir şey değil. Biliyorum çünkü ben de defalarca bu çaptaki etkinliklerin organizatörü olarak çalıştım. Tüm bunlar ancak takım olabilmiş gruplar tarafından başarıyla yapılabilecek bir şeydir. Onları bütün hafta sonu boyunca izledim, bir çoğunu tanımadığım halde aralarına oturup sohbetlerine katıldım. Birçok şey çok tanıdıktı benim için. Hepsine tekrardan binlerce teşekkür ediyorum buradan. Bu takım ruhunu hiç kaybetmemelerini ümit ediyorum. Zira onların bu profosyonelliği "bir" olabilmek, başarmak, bazılarına neler yapabileceklerini göstermek tutkusundan geliyor biliyorum. Pazar günü kapanış yaparlarken eski başkanlardan Ogün Kayımoğlu'nun sözleri de tam olarak buna işaret ediyordu.


Bu güzel hafta sonunu yaşamama vesile olan öncelikle Young Guns 1.1 'de bu fikri aklıma sokan ve bana evini açan başta Emrah Şatıroğlu'na, Kübra Müge'ye, Ezgi Mutah'a, Ezgi Şah'a, Burak Evlice'ye, Erinç Aşıcıoğlu'na, Gülşah Göker'e ve tabiki Ebru Kotukoğlu'na (unuttuğum varsa çok özür dilerim)çoook teşekkür ediyorum. Cumartesi gecesi sayelerinde çok eğlendim. Bizi Eskişehir gençliğinin uğrak mekanlarından Up'ndown a götürdüler. Young Guns'ın eskileri (Sezen, Cenk, Mehmet, Pelin, Ferhat), yenileri; kaynaşa koklaşa çok güzel bir gece geçirdiler. Ben de aralarındaydım tabi yine. Ne yazıkki o geceden hiç fotoğraf yok elimde. Duyumlarıma göre Sezen'de geceyle ilgili tehlikeli fotoğraflar varmış (: Marketing Anadolu'dan ise başta Burak Erpehlivan'a, Taygun Taşdemiroğlu'na, Şafak Saygılı'ya, Murat Büyükgümüş'e Ufuk Satış'a ve ismini sayamadığım tüm Marketing Anadolu üyelerine çok çok çok teşekkür ediyorum.

Bir şey itiraf etmem gerekiyor burada. Açıkçası 2007 Mayıs'tan 2008 Mayıs'a kadar bir yıl boyunca çıkarabilmek için büyük uğraşlar verdiğimiz Thinker&Talker Kamp'08 i gerçekleştirdikten sonra Marmara Community'e rakip görmüyordum. Taa ki Marketing Anadolu'yla tanışana kadar. Uğur Hocam' dan organizasyonla ilgili duyduğum yorum şuydu. "Birçok organizasyona katıldım hem Türkiye çapında hem de dünya çapında. Bu çocuklar benim için ilk beşteler."

Kıskandım sizi arkadaşlar.

Bu ruhunuz umarım hiç bitmez.


Betül KARA

23:26
22 Mart 2010, Pazartesi

Young Guns 1.1 Atölye Süreci- orada neler oldu?

Bu yaptığım şeyi çok önce Uğur Hocamla konuşmuştuk. Aslında yapmak istediğimizi de tam yapamadım. Buradaki süreçten an be an fotoğrafladığım görüntülerle sizlere ulaştırmak istiyordum. Ama şimdi bakınca böyle de farklı güzel olmuş bence.

Öğleden sonra iki sularında geldiğim Project House'da atölye sürecine katılmaya hak kazanmış gençlerle bilikte yedim, içtim; konuştum, tartıştım; fikirlerini, kampanyalarını dinledim. Pek çok güzel fikir duydum. Birçokları çöp oldu birçokları da ben bu satırları yazarken sunum için ürün haline gelmeye hazırlanıyor :) Elimden geldiğince bu süreci sizler için fotoğrafladım. Onunla da yetinmedim bu fotoğraflara bazen espirilerle küçük dokunuşlar yaptım. Bakalım neler yaşanmış neler olmuş? (Fotoğrafların üstüne tıklayarak yazıları daha net okuyabilirsiniz.)

Şule Hoca ve İpek Hanım'a kıl payı yetiştim. Ben geldiğim sıralarda masa masa dolaşıp ekiplerle küçük toplantıcıklar yapıyorlardı.


İlk Young Guns atölye sürecini yaşayan arkadaşlar da geldiler ve deneyimlerini şimdi ter dökenlerle paylaştılar.

Bu sigara araları daha fazla kaynaşmanın yaşandığı, her dışarıya çıkıldığında asansör ve ofis arasında mekik dokunurken yeni fikirlerin bulunduğu ve bazı fikirlerin de çöpe atıldığı seanslar haline geldi.

Cenk, Young Guns'ın seçilen ilk ekibinden. Kendisini şuradan hatırlayabilirsiniz. Ajanstan adayları ziyaret eden ilk isim Cenk oldu. Tüm geceyi de onlarla birlikte geçirdi, ilerleyen fotoğraflarda kendisinin farklı yüzlerini de göreceksiniz (:


İşte bir ekipten görüntü. Sürekli masa başında fikirler üretmekten bunalan gençler zaman zaman çalışma alanlarını değiştirdiler ve benim de karşıma böyle bir kare çıktı.

Akşama doğru 17:00 sularında ilkinde olduğu gibi yine bloggerlar atölye sürecini ziyaret etti. Cihan ve Seviye Kaloğlu çiftiyle birlikte Elif Evren Kuyu ve eski Young Guns adaylarından Tuba Tırın da bizlerle birlikteydi.

Eski Young Guns adayları hiçbir desteği esirgemedi ve akşam saatlerine kadar tüyolarıyla yeni adayların yanlarında olduklarını da gösterdiler.

Süreç boyunca Uğur Özmen, Cüneyt Devrim, Sets Turan, Young Guns Cenk ve Mehmet ve naçizane bendeniz tüm ekiplerle zaman zaman oturup fikirleri hakkında konuştuk. Yukarıdaki kare bu gezintilerden birini temsil etmekle beraber diyaloglar tamamen benim hayal ürünümdür (:

Haliyle bir de akşam yemeğimiz vardı. Karnımızı doyurduk, akıllar yeniden çalışmaya başladı. Vakit kaybetmeden işe koyulduk.

Maşallah diyorum. Hem Türkiye'nin farklı şehirlerinden ilk 24' e girip burada tüm süreç boyunca canla başla çalışıp bir şeyler üretmeye çalışan arkadaşlara hem de onlara bu fırsatı sağlayıp desteklendiklerini gösteren, onlara sizin yaptığınız şeylerin de farkındayız mesajını veren böyle bir projeyi hayata geçiren Project House ve Uğur Hocamıza...


Süreç boyunca yanlarında olduğum için samimiyetle söyleyebilirim ki tüm gruplar durmadan çalıştılar. Yazdılar, çizdiler, sordular ve hiç durmadılar. Çalıştılar çok çalıştılar.

Akşam altı olduğunda akşam yemeğimiz hazırdı ama gelin görün ki gece yarısını bulduğunda saatimiz acıktık. Tabi hiç kolay değildi, arkadaşlar sabaha kadar çalışacağı için gece yemeğimiz için köfte ekmekler imdadımıza yetişti.

Sanırım yorum yapamayacağım :D


Saatler gece yarısını vurduğunda, karınlar da doymuştu artık. Saatlerce durmadan yaratıcı fikir bulmaya çalışan arkadaşlarımızda zaman zaman kısır döngüye mahkum kaldılar. İşte bu noktada imdatlarına Cüneyt Devrim yetişti ve briefleriyle de alakalı birkaç video ile algılarının açılmasını sağladı.
Temel fikirlerini oluşturan arkadaşlar ara sırada diğer gruplarla iletişim kurmayı da ihmal etmediler. Zaman zaman birbirlerine teknik ekipman desteğinde bulundular. Evet gördüğünüz gibi rakip de olsalar yardımlaşmayı seven bir genç kitle ile karşı karşıyayız. Bu fair play ruhunu bizlere yaşattıkları için tüm Young Guns 1.1 adaylarına teşekkürü borç biliyorum.

Uğur Hocamızdan her fırsatta dinlediğimiz iş hayatından hikayelerini altın öğütler niteliğinde aklımıza kazıdık.

Gecenin artık 3'ü tabi ki fikirler oturdu, kampanya çerçevesi çizildi artık görselliği konuşturmanın zamanı geldi. Hemen hemen tüm gruplar bu saatlerde artık sunumları için ter dökmeye başlamıştı.

Reklamcı da olsak, gecenin geç saatlerine kadar ayakta da kalsak güzelliğimizin önünüze hiçbir şey geçmedi zaman zaman (: İşte bir önceki fotoğraftaki arkadaşların ekibinin geri kalan kısmı. Hem çalışıyorlar hem de güzelleşiyorlar...

Acar magazin blogcunuz bendeniz, ispinyoncu oldum. Elimde belgelerle kimi ekiplerin aslında ne işler yaptıklarını ilgili merciilerle paylaştım :D

Sıkı durun sırada kurban serimin ikincisinde (birinci kurban ilginç bir şekilde fotoğrafını kaldırmamı istedi, yine sansüre uğradık anlayacağınız.) sürpriz bir isim var.


Tanıdınız mı? Kimseye bu konuda acımadım. Çektim fotoğraflarını :D

Son kurbanla birlikte Young Guns 1.1 sürecinden izlenimlerimi okudunuz. Neden böyle enteresan bir şekilde kestin bu fotoğrafları diyebilirsiniz belki ama eh bendeki de bünye altıya kadar dayanabildim. kırk beş dakikalık bir kestirmeden sonra size bunları yazmak için tekrardan bilgisayar başına geçtim. Ümit ediyorum ki o kestirmede birilerinin eline koz vermemişimdir.

Atölye sürecini bu şekilde takip etmek zor olmakla birlikte yaşanılması gereken bir deneyim olarak görüyorum. Bu projenin ilk çıktığı günden beri tekrarladığım şeyi yineliyorum. Öğrenciyken böyle bir fırsatım olmalıydı ve böyle bir mentorla böyle bir ajansın bir parçası olarak çalışma şansım olmalıydı. Yapabileceklerimi tahmin edemezdiniz sanırım. Bir kere yapmışlığım var ondan söylüyorum. Onu da başka bir yazıda yazarım artık. Burası çok uzun oldu.

Lütfen bana okurken kızmayın sayfanın bu uzunluğundan dolayı. Ama size bu güzel ortamı ancak fotoğraflandırarak anlatırdım. Hani derler ya anlatılmaz yaşanır diye. Tam o cinsten.

Ben tam olarak bu cümleyi kurarken sunumlarını teslim etmek için iki saat 32 dk.ları kaldı. Hepsine şimdiden Eskişehir'de 550 kişinin önünde yapacakları sunumda başarılar diliyorum. Bazıları Young Guns olacak bazıları olamayacak belki ama bu 30 saati hiçbir zaman unutmayacaklar ve bu süreçten birçok şey öğrenerek ayrılmış olacaklar...

Betül KARA

11:42, 14 Mart 10/Pazar

Love is actually... all around!

Siz şimdi bilmiyorsunuz aslında benim sıkı bir romantik komedi izleyeni olduğumu. Aslında bir zamanlar özgün film yorumları yaptığımız bir blogumuz vardı.Heves de oradan gelme daha çok. Özgün film yorumundan kastımız da; filmleri amatör bir ruhla, sanki bir arkadaşımıza izlediğimiz bir filmi anlatır gibi yorum yapmak. Tutup da oyunculukları ya da yönetmenin ne gibi hatalar yaptığını anlatmıyoruz. Pek de haddim olduğunu sanmıyorum açıkçası (: Bildiğiniz; rumuzlarıyla birlikte yazan 7-8 yazarı, editörü olan bir blogtu. Fock's.org. Ama ne yazık ki kapandı. Ben de topladım yazılarımı bloguma sizinle buradan paylaşıyorum. Aşağıda okuyacağınız film Love Actually (Aşk Her Yerde) ilk yazdığım film yorumumdu bakalım beğenecek misiniz?

Açıkçası sadece filmin afişine bakıp farklı hayatlardan bahseden tipik bir film izleyeceğim sanırım düşüncesine varabilirsiniz.Ama sizi yine de bir şeyler bu filmi izlemeye çekecektir çünkü gerçekten göz doldurucu bir oyuncu kadrosuna sahip.

Filme farklı bir tat verdiğini düşündüğüm Billy Mack’in Christmas Is All Around şarkısı eşliğinde Christmas arifesindeki Londra’dan tipik görüntülerle filmde yer alacak olan yaklaşık on farklı hikayenin karakterlerini tanımaya başlıyoruz.İlk etapta biraz can sıkıcı gelebiliyor bu karmaşık kim olduklarını ve hikayelerini bilmediğimiz insan görüntülerini izlemek.Fakat bu farklı hikayelerle aşkı anlatmak asla bir bölünmüşlüğe yol açmıyor.Aksine size aşkın hangi hallerde ve ne zaman hangi yaşta ya da kimin tarafından ya da nerede ya da hangi dilde geleceğini asla tahmin edemeyeceğiniz bir şey olduğunu anlatıyor.Kısaca aşkın ne kadar çok ya da sı olduğunu anlatan iyi bir romantik komedi olduğunu söyleyebilirim.

Filmde özellikle gerçekten canınızı sıkacak bir iki sahne olduğu söyleyebilirim.Anlatmaya çalıştığım resmen kendi deneyimlerinizi size hatırlatan acı birkaç hikaye söz konusu.Tabi bunların yanı sıra klişe Türk Filmi tadında hikayesi yok değil.İngiltere başbakanı Hugh Grant (kulağa gerçekten hoş geliyor:) ve asistanı arasındaki yaşadığı aşk hikayesi işte tam bu cinsten.Can sıkıcı noktalardan sadece bir örnek vermem gerekirse bunu Emma Thompson’un aldatıldığını anladığı sırada fondan kulaklarınıza girerek,boğazınızın düğümlenmesini sağlayan o enfes Joni Mitchell şarkısının duyulduğu andır.

Eğer siz de aşk için denemekte fayda var diye düşünüyorsanız.Denemenizde fayda var diyorum.Çünkü aşk heryerdedir.( Because love is actually……all around)

Betül Kara

Markaların Baş Belası


Biz müşteriler bazen markalar için baş belası haline gelebiliyoruz. Özellikle sosyal medyanın bu

kadar güçlü hale gelmesiyle birlikte artık tam bir kabusuz markalar için (: Başımıza ne gelmişse markayla ilgili _olumsuz_ her şeyi döküyoruz ortaya. Arama motorlarında daha kolay bulunabilsin diye neler yapıyoruz neler hem de. 21 yy. tüketicisinin gücü bu işte. Taylor hiç bunların üretici tarafının başına gelebilceğini hayal edebilir miydi acaba?

Neyse konuyu daha fazla uzatmadan efenim bağlamak istiyorum asıl mevzuya. Şimdi siz zannediyorsunuz ki bir marka için burada atıp tutacağım. Ama ben bu

sefer tam tersini yapacağım. Ocak ayı içerisinde İnci'den şu fotoğrafını gördüğünüz çizmeyi almıştım. İndirim sezonu olsa da epey para da saymıştım hani. Sen çizme gel 10 gün sonraki ilk yağmurlu hava da topuktan su al. Tam bir kabus benim için zira dışarıda İstanbul'un muhtelif yerlerinde bulunan tam 3 toplantım vardı. Ve ben bu günü tek ayağım ıslak bir şekilde muzaffer bir edayla tamamladım. Tabi ki İnci'ye diş bileyerek. Düşünüyorum ki indirim sezonu defolu ürün mü sattılar yoksa bana. Tam bu noktada başlıyor işte kastettiğim konu. Artık müşteriler olarak o kadar tetikteyiz ki en ufak bir hata durumunda senaryolarımız ve silahlarımız hazır. Neyse çizmeyi verdim. Şimdi bir de 2 aylık bir bekleme faslı bekliyor beni derken 10 gün içinde cevap geldi. Ürün hatalıydı ve gidip yeni bir ürün seçebilecektim.

Nihayet 21 Şubat Günü değişim yapmak için mağazanın yolunu tuttum. Gel gelelim ki sorunlu

çizmemi verirlerken elime hiçbir belge vermemişlerdi. Bunu sorduğumda da "Gerek yok kaydınızı aldık, bu yeterli olacaktır" şeklinde bir açıklama yapmışlardı. Tekrardan değişim için

gittiğimde bana "Faturanız yanınızda mı?" diye sordular. Ben de hiçbir şey gerekmiyor düşüncesiyle akıl etmemiştim faturamı kontrol etmeyi. Bu soru üzerinde ben başladım tabi "Bana bunu söylemediniz ki özellikle sordum belge vermiyoruz dediniz ama faturanızı da getirin demediniz ki şimdi 3. kez mi geleceğim ben yine buraya olmaz ki ama böyle" diyerek söylenmeye başladım. Cüzdanımdaki tüm faturalı sinir bir şekilde masaya çarparken ben mağaza yöneticisi

(Optimum İnci) beyfendi; " Hanımefendi biz siz mağdur etmek istemeyiz biz size şimdi bir değişim kartı ayarlayalım dilediğiniz mağazamızdan faturanızla birlikte gittiğiniz takdirde değişim yapabilir ve böylelikle bir daha buraya gelmek zorunda kalmazsınız. Belirtmemiş olabiliriz faturanızı yanınızda bulundurmanız gerektiğini özür dileriz bu konuda ama biz sizin yanınızdayız" şeklinde beni sakinleştirici bir şekilde konuşma yapmaya başladı. Sonra nasıl olduysa daha önceki alışverişimi yine aynı çantayla yaptığım aklıma geldi belki de faturayı çantaya koymuştum. Evet kesinlikle öyleydi. Yine aynı nazik beyfendi: "Bakın sakin bir şekilde halletmeye çalıştığımızda nasıl çözdük hemen" dedi. Ben sinirli tavrımdan sonra o mağaza yöneticisinin bana karşı tutumu karşısında bu sefer neden bu kadar çıkıştım ki diye düşünmeye başladım. Sinirlerim başka bir sebepten dolayı bozuktu ve ben gidip bu insanları paylamıştım. Ve o silah elimde ya istediğimi yapabilirdim. Ben, "Kusura bakmayın sinirlerim bozuk benim." dedim. Bu kez beyfendi: "Efendim lütfen önemli değil olur böyle durumlar canınızın başka bir sebepten sıkıntılı olduğu belliydi zaten, biz üstümüze alınmayız böyle şeyleri" dedi.

Sorunlu bir müşteri olduğum için hemen mağazadaki diğer satış elemanları seferber edildi ve resimde gördüğünüz şu iki çizmeyi satın aldım. Çizmenin defolu çıkması işime yaramıştı çünkü 2. bir indirim daha yapılmış ve benim aldığım tek çizme fiyatının üstüne az bir miktar ekleyerek 2. biz çizme sahibi oldum. Bu seferkiler oldukça sağlam (:
Mağazadaki personeli buradan sevgiyle anmak istedim. Hep kötü şeyler yazacak değiliz ya ben de bu sefer memnun kaldığım bir tutumu buradan sizinle paylaşmak istedim.


Yine de elimizdeki bu silahı seviyorum. Çünkü kesinlikle bir hizmete ya da ürüne biçilen değer neyse ve eğer ben de bunu vermeyi göze alıyorsam karşımdaki markanın da beni bu konuda tatmin etmesi gerekir diye düşünüyorum. bu kadar rekabetin olduğu ortamda dikkat etmek durumundalar. Bu noktada Adam Smith' e müşteri kanadından baktığımızda teşekkür etmem gerekecek zannedersem.


Yukarıda yaşadığım durumun aksi halinde çok sinirli oluyorum. Mesela yıllar öncesinden bir Kemal Tanca hikayem vardır. Oradan alışverişi ben yapmamama rağmen hâlâ herkese bu hikayemi anlatırım ve asla Kemal Tanca'dan alışveriş yapmam. Zaten iğrenç oluyor ayakkabıları da. Neyse efenim bu hikayeye de başka bir yazıda değinirim.

Saygılar, esenlikler...

23:02
2 Mart 10, Salı

Betül KARA