21 Şubat'a Kadar!



Önce bir heves kalktım şu Binbirdirek Sarnıcı'ndaki kahve festivalin gittim. Ne yalan söyleyeyim umduğumu bulamadım pek. Ben Almanya'da gördüğüm ve çok sevdiğim krismıs zamanı kurulan o pazarlar gibi bişi bekliyordum oysaki. Böyle insanların arkadaşlarıyla gelip açık havada kurulan o nefis sıcak şaraplardan içtiği çadırları olan ya da yedikleri o iğrenç "Würst" barbekü başlarındaki sohbetlerin edildiği bir alan beklerken ben; efenim, karşıma bambaşka bir şey çıktı. Hani adı festival ya, o bakımdan yani. Oysa bildiğiniz "Kahve Fuarı" tadında kahve makinesi satıcılarının, çeşitli kahve firmalarının kurmuş olduğu küçük standcıklardan oluşan, sizin de stand stand dolaşıp kahve içtiğiniz bir organizasyon olmuş. Kanaatimce pek bi' festival yanı yoktu doğrusu.


Tabi şunu anlatmadan geçemeyeceğim. Bir kaç hanım kızımız peçeli ama göbekleri açık olan cinsten _dansçılar demek istediğim_ daha çok gözlere hitap eden bir dans şov yaptılar. Ana kraliçe olarak da Tanyeli ablamız (keşke şu paylaştığım fotoğraftaki fizikte olsa yine eski günlerdeki gibi) oradaydı. Haydi dedim kendi kendime madem bir celebrity çıkmış dans ediyor izleyelim; lâkin o "salla gitsin" adlı başyapıtı söylemeye başlayınca o güzelim tarihî mekanı terk etmek durumunda kaldım.

Çıktım Sultanahmet civarında dolanıyorum. Canım sıkıldı yeniden. Oturdum bir banka telefonumu kurcalıyorum, çok kibar bir Alman Amca geldi yanıma oturdu. May I sit here? dedi, Sure amca! dedim ben de. Adettendir nereli olduğunu sordum. Alman çıktı. Kız kardeşi de memleketlim çıkmadı mı? Ne yazık ki bu şirin amcayla sohbetim kısa sürdü telefonuma gelen mesajla. Uyuz bir yeni yetme tadındaki uflayıp muflamalarım eşliğindeki mesaj yazma seansımda Alman Amca'nın gözündeki tüm değerimi kaybedecektim ki; sevgili İsmail Balaban beni "Mahşer-i Cümbüş" ün tiyatro sporu adını verdikleri oyunlarına davet etti. Telefon konuşmalarımız sırasında ağzımdan çıkan "tiyatro" kelimesini İngilizce'deki theatre kelimesiyle bağdaştırdıysa eğer o değerimi yeniden kazandım diye düşünüyorum.

Tiyatro'dan önce Taksim'deki M&N Cafe'de yemek yedim. Salata yani. İlginç bir şekilde canım yemek yemek istemiyor bugünlerde. Sanırım bundan 2 yazı öncesinde midemde dolaştığını iddia ettiğim kelebeklerimin son durumları pek iç acıcı değil. Neyse, efendim M&N' de yediğim tiramusuya bayıldım. Arada bunu belirtmeden geçmek istemedim. Bir şu güzel masada oturup insanları yoldan geçerlerken izlemek çok güzel oluyormuş tavsiye ederim.
Efendim Mahşer-i Cümbüş ekibi her cumartesi günü kendilerinin olan Hayalhane adlı tiyatro atölyesinde saat 20:30' da tiyatro sporu adını verdikleri oyunlarını sergiliyorlar. Daha önce

televizyonda da izlediğim Mahşer-i Cümbüş ekibine bayıldım açıkçası. Sizi de oyuna dahil etmeleri zaten çok güzel bir deneyim yaşatıyor başlı başına. Onlar zaten Türkiye'nin ilk doğaçlama tiyatro işini icra eden topluluk. Öyle biliyorum yani ben. Aslında bir bakıma da eski bir geleneği yaşatmaya çalışıyorlar. Sokak aralarında oynanan o oyunları profesyonel boyutta yapmaya çalışıyorlar. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Hem eğlenin hem de bir tiyatro topluluğuna daha desteğinizi gösterin.

Oyunda çok gülmüştüm. Hani söylediğimiz bir lafımız vardır. "Çok güldük, ağlamayalım!" bu sözün hakkını verdim dün. Bir an önce eve dönmek isterken, İsmail'in çay teklifiyle bir müddet erteledim istemediğim seansımı. Çayla birlikte bir yudum musikî meşk ettik. Önce "Güller Arasında" geldi, ardından "Unutulmuş Ne Varsa" geldi sonra bir bakmışım benim keyfim de yeniden yerine gelmiş.

Kaçınılmaz şeyleri ertelemeyi hiçbir zaman beceremedim. Tez canlılığım sağ olsun çiğnemeden yuttuğum için yaşadıklarımı; hazmedemiyorum çabucak çıkarıveriyorum içimdekileri. Bu dolu dolu günüm ardından elbet geleceğini bildiğim şeye günlerce kendimi hazırlamıştım zaten. Eve döndüm aldım elime telefonumu yapmam gerekeni yaptım. Aradım. Açtı. Konuştuk. Telefon

kapandığında 21 Şubat günü farklı doğuyordu benim hayatıma. Oysa böyle olmayacaktı söz vermiştim kendime. İnsanın kendine rağmen yaşamaya devam etmesinin ne kadar zor olduğunu şu hiç sevmediğim 21 Şubat günü boyunca düşünüp durdum. Yaşanabiliyor elbet de; işte bir "de" si var o yaşamaya çalışmanın.

21 Şubat benim için kötü başladı. Hekesin dilinde EZEL olayına gireyim dedim. Demez olaydım. 1. bölümün 3. kısmında Eyşan'ın Ömer'e söylediği bir şey vardı ki işte son nokta da oydu benim için. Çok uzun süre bir sancı hissetim içimde.Sabah kalktığımda gözlerimde aynı tanıdık acı!

Öyle zamanlar vardır işte. Sizin dışınızda gelişir her şey. Siz uzaktan izlersiniz sadece. Kendinizin baş rolde olduğu bir filmi uzaktan seyirci koltuğundan izlemek garip şeydir.

Şimdi çok iyi anlıyorum ki elinden bir şey kayıp gider ya hani bir türlü tutamazsın onu. Aslında çok şey vardır söylenebilecek ama o sözcükler bir türlü çıkmaz ağızdan. Kalır oturur içinize öylece. Bana kalsa öyle olmaz ya. Neyse...
21:12

21 Şubat 2010, Pazar

Betül KARA

Yorumlar

Yorum Gönder